Piyasalar = Kıtlık

-
Aa
+
a
a
a

Yves Engler

Eğer Batının merkez medyası Afrika hakkında gerçekleri yazsaydı, gazetelerimizdeki haberler çok farklı olurdu.

Mesela “Piyasa ideolojisi Etiyopya’da kıtlığa yol açtı” diye manşetten gürlerdi New York Times. The Globe and Mail, “130 yıldan sonra emperyalistler hâlâ milyonları öldürmek üzere kötü havadan bile medet umuyorlar” haberini verirdi.

Ama bunların yerine, merkez medya halihazırda uluslararası gıda yardımını çaresizlik içinde bekleyen 12 milyon Etiyopyalıyı dikkate almaya karar verdiğinde bile, Afrika’daki kötü havalara ve Batılı yardım kuruluşlarının insani çabalarına dair basit ve küçük haberlerle yetinmek zorunda kalıyoruz.

İlginç olan şu ki Etiyopya ve öteki Afrika ülkeleri hakkında gerçekleri söylemeye, daha çapraşık haberleri vermeye en çok eğilimli olan merkez medya üyeleri, Wall Street Journal ile Financial Times gibi iş dünyasına yönelik gazeteler…

İş dünyasına yönelik yayınlardaki haberler, kıtlıkların sebeplerini açıklamada biraz daha fazla işe yarıyor. (Kapitalistler, paralarını yatıracakları yerler hakkındaki bilgiler sözkonusu olduğunda dürüst haberciliğe itibar ediyorlar anlaşılan.) Geçen birkaç yıl boyunca Batılı hükümetler tarafından kontrol edilen “yardım” kuruluşları, tarım sektöründe devlet müdahalesinin bertaraf edilmesi için Etiyopya’ya baskı yapmışlardı. The Wall Street Journal şunları yazıyor: “Uluslararası yardım kuruluşlarının ve alacaklıların baskısı altındaki Etiyopya hükümeti, tecrübesiz ve henüz kapitalistleşememiş özel sektörün yararına tahıl piyasalarından çekiliyordu. Ancak yeni yeni palazlanan bu serbest pazarı finans, depolama ve nakliyat gibi konularda desteklemek için pek az hazırlık yapılmıştı.” (WSJ, 1 Temmuz 2003)

İlk bakışta devlet müdahalesinin en aza indirilmesi bir problem gibi görünmüyor, çünkü “Etiyopya’nın tahıl rekoltesi, 1990’ların ikinci yarısında yıllık ortalama 11 milyon tondu, 1980’lerdekinden 4 milyon ton daha fazla… 2000 ve 2001 gibi bereketli yıllarda rekolte 13 milyon tonu geçti.” (WSJ, 1 Temmuz) Rekoltelerin iyileşmesi ve tarımdaki verimlilik, piyasaya dayanan politikaların yanlışlarını gizledi. Daha iyi rekolteler, halihazırdaki gıda kıtlığını şiddetlendirdi.

Devlet fiyat istikrarını sağlamadaki rolünü en aza indirince, çiftçiler daha az üretmeye başladılar, çünkü büyük rekolteler daha az gelir getirmeye başlamıştı. “İyi zamanlarda 10 dolar gelir getiren 100 kg ağırlığındaki bir çuval mısırın fiyatı 2 dolara düşmüştü, yani üretim maliyetlerinin yarısı kadar bir fiyata.” (WSJ, 1 Temmuz) Çiftçiler ya satış için yaptıkları üretimi düşürdüler ya da kendi geçinecekleri kadarını üretmeye başladılar.

Serbest piyasa ölümleri

Dış “yardım” da hububat fiyatlarındaki düşüşü körükledi. Etiyopya’nın, çok iyi bilinen 1984’teki kıtlığı (daha çok vahşi iç politikanın bir sonucuydu bu kıtlık) sırasında pek çok ülke Etiyopya’ya önemli oranda gıda yardımı yapmıştı. Ancak bağış yapan ülkelerin yerel ilgilerinin sık sık Etiyopyalıların çıkarlarıyla çeliştiği görülüyordu. WSJ’da şöyle deniyor: “Örneğin bir ABD kuruluşu olan AID (Agency for International Development; Uluslararası Gelişme Ajansı), Etiyopya’ya yıllık olarak ortalama 220 milyon dolarlık gıda yardımı sağlarken, tarımın geliştirilmesi için sadece 4 milyon dolarlık bir yardım yapıyordu.” (1 Temmuz)

Amerikan yardımı yerel gıdanın satın alınması için kullanılamıyordu, oysaki yerel tarımın uzun vadeli yaşama potansiyelini teşvik edebilirdi bu. Teşvik etmek şöyle dursun, ABD tarım endüstrisi (agribusiness), Etiyopya’yı stok fazlasını boşaltabileceği bir çöplük olarak gördü.

Etiyopya’daki duruma benzer bir şekilde, geçen yıl Afrika’nın güneyindeki kıtlık için de sürüp giden bir tartışma vardı. Medyanın büyük bir çoğunluğu, Zimbabwe Başkanı Robert Mugabe’nin rolü üzerinde durdu. Mugabe’nin izlediği politikalar Zimbabwe’deki kıtlığı şiddetlendirmekten başka bir işe yaramamıştı ama Malawi’de tartışma dışı tutulan Dünya Bankası, IMF ve AB, suçun daha büyüğünü işlemişlerdi. 2001’de Dünya Bankası, IMF ve Avrupa Birliğinin talepleri üzerine Malawi hükümeti hububat rezervlerini 167.000 tondan 30.000 tona indirmiş, bir Güney Afrika bankasına 300 milyon dolar tutarında kredi ödemesi yapmıştı (Financial Times). Bu tasfiye yerel fiyatların düşmesine ve çiftçilerin üretme kapasitesinin düşmesine yol açtı.

Buna ek olarak, kıtlık rezervleri de azaldı. İnsani terimlerle, bu serbest “pazar” politikaları, sayısız insanın gereksiz ölümüyle sonuçlandı.

Dış baskı ile tarımsal emniyeti şekillendirme, bütün Afrika kıtasını saran bir gelişme haline geldi. “Dünya Bankası uzun süredir yoksul Afrika ülkelerini tarım sektörlerini özelleştirmeye ve her tür tarım sübvansiyonunu kaldırmaya zorluyor.” (WSJ, 1 Temmuz). Benzer şekilde IMF’in yapısal ayarlama programları devleti gıda stokları için bir garantör olmak konumundan çıkarıyor: Üreticiye ödenen fiyatları sabitleyen ve çiftçinin ürettiklerini toplayan kurullar ve kooperatifler feshedildi, bu görev bu işi yapmaya kapasitesi ve isteği olmayan özel sektöre devredildi. Buna ek olarak küçük çiftçilere uygulanan sübvansiyonlar kesildi.

Ama gıda tedarik etme işi, piyasaya bırakılamayacak kadar önemlidir.

Avrupa ve Kuzey Amerika’nın pek çok ülkesinin gıda emniyeti için ikmal yönetimi sistemlerine sahip olmalarının sebebi de budur. Pek çok Afrika ülkesi, hiçbir sanayileşmiş ülkenin izlemediği politikaları izlemek için muazzam bir baskı altında bulunuyor.

Maalesef, zorunlu olmayan kıtlıkların ekonomik liberalizasyonla şiddetlendirilmesi hatta doğrudan ekonomik liberalleşmeyle ortaya çıkışı yeni bir olgu değil. “Geç Viktoria Dönemi Soykırımı” (Late Victorian Holocaust) adlı kitabında Mike Davis, 1870 ila 1900 arasında Hindistan, Çin ve Brezilya’daki bir dizi korkunç kıtlığın nasıl oluştuğunu ele alıyor.

1870’lerin sonunda ve 1890’larda bu üç ülkede 30 ila 60 milyon insan kıtlıklarda öldü. Kaleme alınan tarihlerde bu kıtlıklar çoğunlukla, Davis’in de kıtlık sebeplerinden biri olarak gösterdiği “ekolojik felaketler”le açıklanıyor. Ancak Davis, bu basit çözümlemeyle yetinmiyor. Bu ülkelerin emperyalistler tarafından empoze edilen “serbest” piyasa reformlarıyla da tahrip edildiğini ileri sürüyor. O sırada Britanyalı emperyalistler yerli tarım sistemini de kendi çıkarları için baltaladılar. Çin’in ve Hindistan’ın eskiye dayanan gıda güvencesi sistemini bile isteye imha ettiler. ”Serbest” pazar ideolojisi, “modernleşme”nin temel hedefiydi.

Sözde modernlik, beraberinde inanılmaz ölçüde ölümü ve yıkımı getirdi.

Yatırım kriteri kâr olunca...

Binlerce, belki milyonlarca insan tam da modernliğin simgesinin yanıbaşında açlıktan öldüler; antik tarım alanlarını yeni uluslararası pazarlara bağlayan demiryollarının dibinde. Britanya’nın Hindistan’ı uygarlaştırma misyonu gerçekte Hindistan’ın ekonomik büyümesini yavaşlattı. Kabaca 20 milyon Hintlinin açlıktan ölmesine (Britanyalıların tahmini rakamları) ek olarak, Hindistan ekonomisi durgunluğa girdi. 1800 yılında Hindistan’ın sanayi ürünlerinde dünya payı Britanya’nın payının 4 katıydı, 1900’e gelindiğindeyse Hindistan tamamen Britanya’nın denetimindeydi ve oran 1’e 8 Britanya’nın lehine değişmişti. Üstelik, Hindistan’daki gıda güvencesi sistemini iki bin yıllık bir periyotta inceleyen bir İngiliz istatistikçiye göre, Hindistan’da ortalama her yüzyılda bir kıtlık oluyordu. Oysa Britanya yönetimi altında 4 yılda bir kıtlık hüküm sürmeye başlamıştı.

Modernleşme adına o sıralarda ve şimdi yapılan uygulamaların temel problemi, sıradan insanların, halkın ve cemaatlerin dikkate alınmamasıdır. Dış güçler Etiyopya hükümetinden, devletin tarım sektöründeki ağırlığını azaltmasını talep ederken, Addis Ababa’daki Bole uluslararası havaalanının da genişletilmesini istiyorlar. 1999 ile 2017 arasında, 130 milyon dolara mal olacak plana göre “halihazırdaki yıllık 500,000 yolcu kapasitesi 20 kat artarak yılda 6-7 milyona çıkacak” (www.airport-technology.com).  

Destekçilerine bakılırsa “Bole havaalanında kolay uluslararası aktarmaların yapılabilmesi,  Addis Ababa’nın Doğu Afrika’daki en küresel şehirlerden biri olma arzusu için bir anahtar niteliğindedir. Başkente iş dünyasını çekebilmek için iyi hava bağlantılarının elzem olduğuna inanılmaktadır.” (www.airport-technology.com)

Etiyopya hükümeti, Arap Kalkınma Bankası, OPEC ve Nordic Kalkınma Fonu da dahil olmak üzere çok sayıda yabancı finansörün yardımıyla havaalanındaki projeyi finanse ediyor. Yabancı destekçiler arasında en büyük kaynak, Dünya Bankası ile aynı eğilimleri paylaşıyor gibi görünen Afrika Kalkınma Bankası’ndan geliyor. Dünya Bankasıyla ortaklığı var ve üçte biri, ABD ile Japonya gibi 24 en zengin ülke tarafından kontrol ediliyor (53 Afrika ülkesi üçte ikisine hakim.)

12 milyon insanın açlıktan ölme tehlikesi altında bulunduğu bir ülkede, bir havaalanının genişletilmesi öncelikli olabilir mi? Elbette Etiyopyalıların çok büyük bir çoğunluğu hiçbir zaman uçak yolculuğu yapamayacak. Yine de bu işten yararlananlar var: Etiyopya iş dünyası muhtemelen bu işten kazançlı çıkacak. www.usatrade.gov web mekânına göre Etiyopya’nın “tarım dışı mal ve hizmetler” için yapılan öngörülerde en büyük pay, havacılık sektöründe. Kısacası, bu projeden para kazanmak isteyen çok sayıda yabancı yatırımcı ve yerli işadamı bulunuyor.

130 yıl önce milyonlarca insanın önlenebilir bir kıtlık yüzünden açlıktan ölmesi, insanlığın taşıdığı çirkin bir yara iziydi. Bugün, çok fazla sayıda olmasa da açlıktan ölümler, beşeriyetin üzerinde açılan sıcak bir yaradır. Bu yaraları sıradan Afrikalıların çıkarlarına hizmet edecek politikalarla iyileştirmenin zamanıdır.

Çeviri: Mustafa Arslantunalı

Markets=Famine by Yves Engler; July 08, 2003